17 Nisan 2017 Pazartesi

İÇİMDEKİ HOŞÇAKAL ÜLKESİ


17 nisan sabahına, yani yeni bir ülkeye gözlerimi açmış bulunmaktayım.
An itibari ile benim açımdan değişen pek bir şey yok. Yine aynı rutin içinde işe gidip eve geliyorum. Yemek yapmak, çamaşır yıkamak, katlamak ütülemek, temizlik yapmak girdabının içinde sürükleniyorum. Zaman yine hunharca geçiyor. Şu girdabı bir aşabilsem neler yapacağım neler...
İngilizce sınavına çalışacağım ve uzmanlık için çalışmalara başlayacağım. Bütün boş vakitlerimin bir işe yaramayan yine kirlenen eve, kirlenen çamaşıra, biten yemeğe, bulaşığa harcandığını görünce, bunca çaba ne kadar yersiz geliyor. Neyse işte bu gün hayatıma yeni bir ufuk kazandıran o şeyi anlatacağım yine nerden temizlik konusuna geldik?
  Mahmut Erol Hoca, çok sevdiğim, fikirlerine çok değer verdiğim, felsefe ve tasavvufu harmanlayarak  kullanan, derviş meşrep bir ilahiyat profesörüdür. Halveti Uşşaki koluna mensuptur. 
Bugünkü yazısında  Sûfi Şehir projesinden bahsetmiş. "Merkezinde bir ibadet mekanının yer aldığı ve halka halka evlerin öbeklendiği bir 'Medinetül Fazıla'." diyor. Yazının tamamı ektedir. (http://www.yenisafak.com/yazarlar/mahmuderolkilic/sehir-mi-koy-mu-2037367)

  Tek katlı ve bahçeli yapılardan oluşan, bitişik nizam ev kurmaya izin verilmeyen bir oluşum. Bahçede kendi sebze ve meyvemizi yetiştireceğimiz, ekmeğimizi kendimiz yapacağımız bir yaşam biçimi. Tam da benim hayallerimdeki gibi. Yaşım ilerledikçe şehir hayatı yük olmaya başladı omuzlarıma. Ne için bu kaotik şehre katlanıyoruz? Vardığımız nokta ise  her hafta gördüğümüz 3-5 zat-ı muhteremden kopamadığımız için  oldu. 

  Nakşibendîlik Sempozyumunda  Mustafa Kara hoca da Allah'ı tefekkür edemeyişimizi beton yığınları arasında yaşamamıza bağlıyordu. Toprakla, doğayla ilişkisi kopartılan insanın Hak ile irtibatı zedelenmiştir diyordu. Konuşmayı dinlemek isterseniz link.(https://www.youtube.com/watch?v=XILQqdGOBq8)

 Baharın  iyice kendini gösterdiği şu günlerde şehirden kaçmak  istiyorum. Çiçeğe, böceğe, çimene dair tefekkürümü çoğaltmak. Onların zikrine, yeniden doğuşuna, kün emrine şahit olmak istiyorum.
   Bunları düşünürken içime gelen sıkkınlığı atmak için, içimdeki ses  uşşaki bendelerini aç, uşşaki bendelerini aç diyor bağırıyor. hemen koştum açtım.
( https://www.youtube.com/watch?v=In9lig_ptKg) Sanki şu kaçma isteğime cevap veriyordu.
 Taşrada aramaya kalktığım o şeyin aslında içimde özümde olduğumu söylüyordu.  İşin aslına erememiş bizler ise mekanla, doğayla, şehirle  olduracağımızı iddia ediyoruz. Niyazi Mısri Hz. haklıdır elbet.  İnsan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş, eyvallah, hiç itirazım yok fakat; taşrada daha kolay değil mi insanı kamil olmak.  birazcık işimiz kolaylaşsın istiyorum. Mekanların halimize sirayet etmesini, inikas ve insicamını yaşamak istiyorum. Mahmut Erol Hoca'nın da istediği budur belki de.  Eski mekanlardan kopamayışım oraların halinden etkilendiğim içindir.  Hayatımızı sürdürdüğümüz beton binalardan, daha farklı şeyler fısıldamakta taş duvarlar. Bir nebzecik  ferahlık veren bu mekanlardan en çok etkisinde kaldıklarım ise Yedikule'de Kadem-i şerif Tekkesi (foto2-3-4) bir de Konya'da Ateşbaz-ı Veli Türbesi. ( foto 5). Kapısından girdiğim andan itibaren Hira dinginliğine dönüşüyor ortalık. başka bir çağda yaşıyormuşum gibi.


Bu derdime derman ararken, derdim bana inşallah derman olur diyorum.
Burhan soruyorum aslıma inşallah aslımın burhan olduğunu bir gün idrak ederim.

Hoşçakal ülkesinden, Sufi Şehrine göç etmek istiyorum. Amin Allah'ım.


  

7 Nisan 2017 Cuma

HACI BEŞİR AĞA MEDRESESİ

Bugün size öz yuvamı anlatacağım. Hayat hikayemden de bildiğiniz üzere, 2012 yazından sonra değişen hayatımın, en önemli öğelerinden birisidir Şehbal İstanbul Kültür Merkezi.  Eski ve asıl ismiyle Hacı Beşir Ağa Medresesi. Bu medresenin tarihine inelim önce; medresemiz Hacı Beşir Ağa tarafından, 1734-1740 yıllarında yaptırılmıştır. Dar'ül Hadis olarak hizmet vermiştir. hadis talebeleri 8 odası bulunan bu sevimli mekanda ikamet ederlermiş. Alt kısmında bir çilehanesi vardır. Tüm dergahlarda bulunan çilehanelerin en büyüğü olmakla bilinir. Cumhuriyet dönemiyle birlikte, kapatılan tekke ve medreselerin başına gelenler onun da başına gelmiştir. uyuşturucu ve fuhuş çetelerinin, yuvası haline gelmiş bu güzide mekan 2010 yılında restore edilmiş ve öz kimliğine kavuşturulmuştur. Burda yine Kur'an 'a hizmet edilmeye başlanmıştır. Restorasyona kadar mahalle halkı bu mekandan yaka silker, çokça şikayetçi olurlarmış.
 

Gelelim bizim tanışmamıza, sanırım mart nisan ayları, Beşiktaştaki İngilizce kursundan çıkmış, Eyüp'e otobüsle geçmeye çalışıyorum ama trafik kilit, hava bunaltıcı, yağmur ha yağdı ha yağacak...
E. ve B. abla ile Eyüp'te sahabe ziyareti yapacağız. Çekirdek grup toplanmış,  Eyyub el Ensari Hz. ve yanında yatan Hacı Beşir Ağa'ya fatiha okuyup Pierre Loti'ye doğru yürüdük sanıyorum. Oraların mimarisi farklı bir hisse bürüyor.   O gün içimden geçen cümle de şuydu ' keşke benim de bir tekkem, medresem olaydı, keşke eski devirlerde yaşasaydım'. Sonra  Cağfer paşa yönüne doğru yürüyüp, Ebu Derda hz. lerine götürdüler. Orada kalbimize yönelmeyi öğrettiler bize. Sonra aradan bir sokaktan yürümeye başladık .'Eylülde yeni bir yerde hizmet vereceğiz, şu an tadilatı bitmedi içine giremeyiz'. dedi B. abla. O gün geri döndük. Görememiştik, ama benim duam karşılık bulmuştu bile.
  Eylül dönemi geldi, yakın bir zaman sonra açılış olacak, tüm tadilat bitmiş ziyarete gidiyoruz. Kapısından itibaren bir tarih, bir ruhaniyet kuşatıyor hemen.  
 Devasa ahşap kapısı ve kocaman tokmağı ile bile  etkilemeye yetmişti. İçerisi ise bambaşkaydı, o kapıdan girdiğim andan itibaren, Hadis ezberi yapanların, ruhları duvarlara sirayet etmiş gibiydi.














Haftasonu bir kahvaltı ile üniversite öğrencilerini ağırlayacaktık ve hazırlık yapmak gerekiyordu.  En sevmediğim işlerden biri olan ütü yapmak düştü payıma. O zamanlar acemi dervişim ama hizmet bilincini  taşıyorum. Elime 15-20 adet masa örtüsü verilip, ütülenecek dediler. Sedirli odada (bkz. foto 5) terler dökerek ütü yapmaya başladım. Medrese açıldığı günden itibaren bir kedi musallat olmuştu. Ben ütü yaparken o kedi  gelip koltuğa bir güzel yayıldı.  Baştan korksam da, sonra onunla muhabbet etmeye başladım. Ütü buharından dilim damağım kurumuş halde, nefsimin istemediği bir işle hizmet hayatına başlamış olmaktan manevi bir zevk duymaktaydım. Kediye daha sonra derviş isimini takmıştık. 
Sene başı  açılışları için sabah namazında medreseye giderdik, kahvaltı  için kilolarca yumurta haşlanır, sepet sepet ekmek kesilir, peynirler, yeşillikler tabaklara tek tek dizilirdi. Hele o ütülenen masa örtülerinin üzerine tabaklar, çay bardakları öyle intizamlı dizilirdi ki, masanın bir ucundan bakınca öbür ucuna kadar dümdüz dururdu. (daha sonra öğrenecektim ki bu kültür Rahmetli Musa Efendimizin kültürü imiş.) Masalarda muhakkak bir dal canlı çiçek, genelde gül yahut hüsnü yusuf olurdu. Her görevden  bir kişi sorumlu olurdu. Maksat gelen misafirleri en iyi şekilde ağırlamak ve memnun etmekti. Öyle memnun kalmış olacaklar ki; ilk yıl 80 kişi kadar mıydık 50 mi çok hatırlamıyorum. Ama her geçen yıl kahvaltılarımız birer  gelenek haline gelmişti. Sonunda medeseye sığamaz olmuştuk. Son 2 yıldır da medresenin dışında tanışma toplantısı yapılmaya başlanmıştı.  
Neyse ki medrese kahvaltıdan ibaret değildi. İlk yıl her derse düzenli katılır, notlar alır, verilen ödevleri uygulardım. İlk dersin arasında, çorba ve ekmek kıtırı dağıtılırdı. O çorbanın tadını hiç bir yerde bulamamışımdır. Bazı ders aralarında ise, çilehaneye iner bir yandan korkarak, bir yandan da manevi bir işaret bekleyerek  zikir çekerdik. 

Hüdayi kursundan gelen değerli hocalarımızla çok başka bağımız olmuştu medresemizde. Beraber yapılan kamplar unutulmaz birer hatıra olarak mazide şimdi. A. hocamız bir siyer anlatırdı, biz peygamber sevgisi ile dolardık. Nebiler silsilesi  en katılmayı sevdiğim dersti. H. hocamız herşeyi hikmetiyle anlatır, bir ayeti daha ayrıntısıyla öğrenmenin mutluluğunu yaşardık. Fıkıh dersi ise bir o kadar soluksuz ve oldukça ibretli geçerdi. Derslerin yanında özel günler için seminerlerimiz olurdu. Seminere katılacaklara, minik hediyeler hazırlamak, medresemizin yine geleneklerinden biriydi. Kutlu Doğumlarda dantel bir kesede koku, misvak, tarak, hadis kartelası; yahut namaz programında Kurdeleyle bağlanmış seccadeler hediye edilirdi. Ramazan akşamları iftara gelenlere diş kiraları, ramazan şerbetleri ,macunlar ikram edilirdi. Gelen asla eli boş gönderilmezdi. 
Bed'i besmele törenlerinde Kuran'a yeni geçen minikleri sevindirirdik, evlenecek arkadaşlarımıza kına geceleri yapar, bahçeyi tüllerle çiçeklerle donatırdık. Doğum günleri kutlar, birlik beraberliğimizi pekiştirirdik. Kermeslerde waffle  yapıp satmışlığımız da vardır. Toplanan yardımlarla, muhtaçlara yardım edilirdi.
  Bir kandil programında 100 kişilik pilav, 2 büyük leğen salata yaptığımızı hala hatırlıyorum. Havuzun başına açılan upuzun Medine sofraları misali sofralarımızda, iftarı beklerdik.
  Bahçede def ile  okunan ilahiler, mum ışıkları  ve fenerler eşliğinde kılınan uzun  kandil namazları ise gecemizi aydınlatırdı. Sabaha doğru Eyüp Sultan'a gider sabah namazını eda eder, sıcacık  simitlerimizi alır, sonra yeryüzüne dağılırdık. 
Öğrencilik günlerimin en güzel vakitlerini burada geçirdiğim için seviniyorum ama  artık iş ve aile gailesinden dolayı gidemediğim için mahzunum. 
Bu haftasonu uzun bir aradan sonra gidince, eski bir dosta kavuşmuş kadar mutlu oldum. Sedirli oda yine tüllerle süslenmiş, Sakal-ı şerif ziyaretine hazırlanmıştı. Ziyaretimizi yapıp çıkmak zorundaydık. Özlem doluydum, bir nebze de olsa hasret gidermiştik. Darısı başka görüşmelere... Selametle...

6 Nisan 2017 Perşembe

MOR BOYAKALEMİ KİMDİR?

  Güzide vatanımızın en batısında, Edirne'de doğmuş bir abd-i acizdir kendileri.  Dedeleri önce Makedonya, sonra  Yunanistan ve Burgaristan'dan göçüp Edirne'nin Kırcasalih kasabasına yerleşmişler. Bu kasabada memur bir babanın ' Erkek adamın erkek evladı olur' söylemi ile imtihan olması sebebiyle 3 kız evladının 2. si olarak dünyaya gözlerini açmıştır. 2. yani ortancadır. Ortanca olmakla arası pek iyi değildir. Ne büyüktür ne küçüktür çünkü. Çocukluk döneminin travmasıdır ortanca olmak. 
  Aceleci bir yapısı vardır. Doğumuna ilçeye yetiştirilememiş ve kasabanın sağlık ocağında doğmuştur. Herşeye hemen ulaşmak, hemen yapmak istemeleri yüzünden oldukça sıkıntı yaşamaktadır. Hayattaki imtihanları da aceleciliğine inat 'SABIR' dan yana olmuştur.
  İlkokul 1. sınıfa kadar geniş bir ailede yaşamıştır.  Toprakla olan bağı bu süreçte çok fazladır. 1.sınıftan 4. sınıfa kadar kasabada memur ailelerin oturduğu 'Lojmanlar' diyebilinen devasa bahçeli evlerde çocukluğunun en eğlenceli vakitlerini geçirmiştir.
  Bu bahçede akşam ezanında eve girmek zorunluluğu varsa da annelerle birlikte gecenin ilerleyen saatlerine kadar bahçe de oturulabilir. Bahçe sınırları içinde bisiklet yarışları, saklambaçlar oynanır. Yaşça büyük olanlar tarafından cin ve peri masallarıyla korkutulurdu. 
  4. sınıfta babasının işi dolayısıyla Tekirdağ'a göçtüler. Şehir hayatına yani. Tüm güzel çocukluk günleri geride bırakılıp deniz kıyısında bir apartman dairesine taşındılar. Sokakta oynamak gibi bir kavram hayatlarından çıkmıştı. Sadece bisiklet sürmek için sahile giderlerdi. Bir seferinde bisikletini kıyıya yanaştırıp kayalara oturmaya çalışırken denize düşmüştü. Denizle ilişkisi bu sebeple mesafeliydi.
  İlkokul öğretmeni çok idealistti. adeta bir yarış atı gibi tüm öğrencilerini sınavlara hazırlıyordu. İçlerinde yatan hırs duygularını delicesine kamçılıyordu. Allah selamet versin. Üniversite sonuçları belli olduğunda ilkokul öğretmenini arayıp eczacılık fakültesi kazandığını söylediğinde ' bir sene daha hazırlan tıp kazan tıp kazan' dediğini hala hatırlıyor.
  Ortaokul yılları babasının Kırşehir'e sürgün yemesi sebebiyle;  Tekirdağ'da baba kontrolünden uzak, adeta kontrolsüzce geçmişti. O yıllarda başlayan Rock Müzik sevgisi ilerde başına büyük dertler açacaktı. Annesi geç saatlere kadar çalışıyordu. O yıllarını yemek yapmayı öğrenerek ve ders çalışarak geçirdi. Bir de küçük kardeşiyle çok kavga ederlerdi; çünkü kardeşi hala kendisini onunla eşit görüyordu. Ama unuttuğu birşey vardı;  ablası ergen bir bireydi ve o dönemde cüsse olarak dahi ondan daha büyüktü. Küçük kardeşin bunu kabullenmesi 10 yıl sürdü.:)) 
  Ve liseyi beklenemdik bir şekilde, birilerine göre yüksek başarı ile, Tekirdağ Fen Lisesi'nde geçirdi. Ömrünün en zıpır, en şımarık, en eğlenceli, bir yanıyla en hüsranla sonuçlanan yıllarıydı. Kendi gibi arkadaşlar bulup,  hepsi farklı renk saçlarla okulun dikkatini çekerlerdi. Bilhassa yöneticilerden çokça uyarı alırlardı. Lise 1 de platonik  tutulduğu bir çocuk yüzünden 3 yılını melankolik ve siyah olarak geçirmiştir. Çocuk ondan 1 yıl önce mezun oldu  neyse ki. 10. sınıfta 'SINAV' filmini izledikten sonra uzun bir süre etkisinde kaldı. Son yılını da öss hengamesinde geçirdi ama kendiyle başbaşa kaldıkça hayatı, sınavı, sistemi sorgulaması hep sürdü. Sadece İstanbul hayalleri vardı ve ona kavuşmak için bu sınava katlanmak zorundaydı.

   Bir başarısızlık olarak nitelendirilen İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesini kazandı. Sonunda hayal ettiği şehirde, hayallerini gerçekleştirecekti. Bilmediği ise hayatın ona süprizleriydi. 
  İlk olarak Hayko cepkin konserinde pogo yaptı. Sonra Sagopa konserinde diss attı. 2010 yılında, haziran sıcağında rockçı botlarını giyip İnönü Stadına Sonisphere Festival'e katıldı. Metallica'yı canlı izleyebilecekti. Merdivenlerden inerken  önünü sarhoş bir rocker'ın kesmesi canını çokça sıkmış olacak ki rock kariyerini bu konserle noktalamaya karar verdi.
  Fakülte 2. ilahiyat gibiydi sınıfta kızlar erkekler birbirinden farklı yerlerde otururdu. Birbirleriyle konuşmamaya dikkat ederlerdi. Başörtülü arkadaşlarının derse şapkayla girmeleri, verdikleri mücadeleyi takdir ederdi. 2010 yılının  ilkbaharında İsrail'in Mavi Marmara'yı vurması ile okulca toplanıp Taksim'e eylem yapmaya gittiler. Her kesimden  sivil toplum kuruluşu bayrağını alıp gelmişti. Hüngür Hüngür ağlamıştı o gün. Uzun süre etkisi altında kaldı o günün.
Ablasıyla beraber kalıyorlardı. Ablası evlendiği için Fatih'te bir öğrenci evine çıktı. Fatih semti onun için öyle çok anlam ifade ediyordu ki. ( belki bir yazısında sadece Fatih'i anlatabilirdi.) Bu süre içinde bazı sitelerde bilimsel ve edebi yazılar yazmıştı.  Yazı yazmak ve kitap okumak onun için ekmek, su gibi bir ihtiyaçtır. Akabinde yaşadığı büyük imtihanlar sonucu bir karar vermişti. Nur suresi  31.ayeti hayatına geçirecekti ve bu hayatı bahşedene bir adım daha atacaktı.
  O evde hiç tahmin etmediği dostluklar peyda oldu. Ordan bir arkadaşı onu Sultantepe'ye davet etti. Gördüğü manzara karşısında çok etkilenmişti. Öyle bir haldeydi ki her gördüğü şey,  kendisinin, ne kadar eksik olduğunu ve öğrenmesi gereken ne çok şey olduğunu hatırlatıyordu. 2012 yılında  Ümraniyede bir İslami ilimler kursuna gitmesiyle hayatı tamamen değişecekti. 
  Artık bir yolu ve yol göstericisi vardı. Bu güzellikle beraber gelen imtihanlar da bir o kadar zorluydu. Ailesiyle imtihanı çok çetin oldu. Sevdiği adama kavuşması bu sürece denk gelir. Tam 3 yıl sürdü. Sabır imtihanı hiç bitmiyordu. Aceleciydi ya yine imtihan olup çıkmıştı karşısına.
  Okulunu bitirip  Üsküdar Semtinin sakin bir köşesinde Tarihi bir hastanede çalışmaya başladı. Validei Atik gibi bir mahallede oturmanın şanslılığını hissetmektedir. Bu şirin semtteki minnak evini döşemekten çok zevk almaktadır. Tamamen kendi ruh halini yansıtan  cıvıl cıvıl, renkli bir o kadar da bohem ve sıradışı olmayı başarmaya çalışmaktadır evinde.   Yakın zaman sonra buraları terketmenin hüznü içerisindedir. 
  Bu blogu açmasının amacı; monotonlaşmış gündelik hayatına birazcık hareket katmaktır. İnisiyatik yolculuğuna sizleri de  şahit tutmaktır.  
Hayat felsefesi yolda olmaktır. Yol öğretmendir onun için. Ülkemizin 1/3 ünü gezmiş olup hayali geri kalan 2/3ünü gezmek, Bosnayı, Kudüs'ü, Kahire, İskenderiye'yi, Fas'ı, Tunus'u Kosova'yı Endülüs'ü görmek, kara kıtaya bir sivil toplum kuruluşu ile gitmektir.
   Tüm bunları yaşarken Acele olan bir ölümle karşılaşmayı beklemektedir.

MÜZİK GIDASI



4 gözle güneşi beklediğimiz şu günlerde, her gün farklı bir hava durumuyla karşı karşıyayız.
Her mevsimin kendine has müziği varmış gibi geliyor. peki bu geçiş dönemi ne dinlenir ki dediğimde 
elim istemsizce Hüsnü Arkan, Erkan Oğur, Mohsen Namjoo gibi müzisyenlere gidiyor. 
Bir bahara giriş coşkusu ve kapalı havaların ıssızlığıyla kuşatıyor müzikleri. 
İyi müziğin yürürken zihnimi boşalttığına inananlardanım. ne diyor   Pakdil usta  gece yürüsem yürüsem, Tanrıyı bulurum. Bir gece yürüyüşü bize Tanrı'yı buldursun...


https://www.youtube.com/watch?v=VC3EGKJKjow

https://www.youtube.com/watch?v=jumXV-GiNss

https://www.youtube.com/watch?v=KPOhDzhGwtE

İÇİMDEKİ HOŞÇAKAL ÜLKESİ

17 nisan sabahına, yani yeni bir ülkeye gözlerimi açmış bulunmaktayım. An itibari ile benim açımdan değişen pek bir şey yok. Yine aynı ru...